İnsan ol’mak!
İnsan ol’mak!
İnsanlık;
insan kalabilme adına değer üretebiliyor mu?
İnsanlık tarihine genel ve yüzeysel bir bakış açısıyla bakıldığında bile bunun insanların arasında bir üstünlük kurma mücadelesi uğruna menfaat çatışması halinde süregeldiği malumdur.
Bu çatışmalara malzeme olarak her türlü argümanın vahşice kullanılır olması da ayrıca bir insanlık suçu oluşturmaktan geri kalmıyor oluşu göz önündedir.
Medeniyet ve kültür kavramı ancak ve ancak onu oluşturan ve yegane değer olan insanın yeryüzünde yaradanın halifesi olarak ve yaradana duyulan bağlılıkla yüceltilebilir ve dünya o halde yaşanabilir bir mekan olarak devam edebilir.
Teknoloji insana rağmen insan için bir değer katmaktan geri kalıyor ve insanı alaşağı bir duruma getiriyorsa lüzumsuz bir araçtır.
Bunu en basite indirgenmiş haliyle ve öz olarak yansıtmak gerekirse
“ üşengecin çocuğu olmaz”
tabirinde olduğu üzere insanı tembelleştiren maddi ve manevi olarak atıl bırakan her icat veya icadın doğru kullanılmayışı sonun başlangıcının işaretçisidir.
Her icadın doğru kullanılabilmesi için dahi insanın minumum insani ve ahlaki değerlerle donanımlı olmasını gerektirir.
İcadların şeytani olması değil
İnsanların şeytani hizmetleri zarar ve ziyan oluşturur.
İnsanın şeytanla irtibatı yaradanın izninden ziyade bilgisi dahilinde olması;
İnsanın yaradanına kul olmayı akıl etmesi ve hiç aklından çıkarması değil ;
gönül tahtında kendi bilinciyle oturtmasını bilmelidir.
Bu şu anlama gelmektedir:
Yeryüzünde kımıldanan her canlının yaradanı kendi lisanıyla zikir ettiği gibi yani üzerine düşen vazifeyi en iyi şekilde icra ettiği gibi ;
İnsan’ın da akıl ve düşünme melekelerinin üstünlüğü nispetinde kullanmasını icap ettirir.
Düşünebilmesi için önce “varlık aleminde ; yok olduğunu” idrak etmesi elzemdir.
Yeryüzünde son doğru düşünen insan olsa dahi
İlk yaratılan Adem babasının izinde ne pahasına olursa olsun bu doğruluktan vazgeçmemesidir ki bu insanın yaradana karşı yegane görevidir.
Bütün işler sonunda sonuca göre değer kazanır.
Yaşam içinde ki hayat mücadelesi insani olarak maddi bir metamıdır yoksa mana yüklü bir olgumudur?
İnsanın sonu ölüm ise toprağa girdiğinde sonu olarak düşünülürse o halde maddenin hükmüyle bir çöptür.
Eğer burada yaşamı mana boyutlu soyut bir olgu olarak algılamayla ancak anlamlı bir hal oluşturabilmektedir ki o halde yaşamı sonsuz bir serüvene evrilebiliyordur.
Yaşarken bunların bilinciyle yaşayabilmek için hayatın başında ebeveynlerin çocuklarına rehberliği bu yönde olabilmelidir ki
hem ölen
hem doğan
hemde olanların yaşayışı mana bulsun.
Mana boyutlu düşünmenin gereği olarak insanlardan bilinçli veya bilinçsiz olarak saklanan hakikatlerin olduğu ise vakidir.
Bilimsel araştırmaların da buna şahitlik etmeye başladığı ve şuana kadar keşfedilip literatüre girmemiş olması da gerçekliğinden yoksun olmadığı hakikati göz ardı da edilmemelidir.
Son merhalede kalbin beyinden 5000 kat daha fazla enerji oluşturduğu ve insan vücudunun dışına taşan bir etki alanına normal koşullarda haiz olduğu nispetince yaradanıyla irtibatı ölçüsünde evrenle etkileşim içindedir.
Bütün bilgilerin duygularla aktarıldığı da ispatlanmış bir durumdur ki…
“Kelebek etkisi” teorisinin teoriden çıkıp gerçeklik kazandığının beyinlere kazınmasına ve bu merhalede düşünmenin ve bunu kalben elzemliğini ortaya koymaktadır.
Kalbin bilimsel olarak kan pompalayan bir mekanizme olmaktan ziyade
“Aşk” ile çarpan bir gönülün oluşturduğu
“ Sevgi seli “
ona aşina gönüllerde “ Sevda “ oluyor.
Hayatın içinde bir kelebeğin sürdüğü kadar bile ömür yaşayamayan insanın sonsuzluk okyanusunda bir katre içindeki zerre atom altı bütünü oluşturanın parçası olabilmesi ancak kalplerin sevgiyle kan pompalamasına gerek olduğunu bilen şeytani güçler ne yazık ki bilmeyenlerin veya bilmesine müsaade edilmeyenlerin gönüllerine
“ korku “ vesvesesi vererek şeytanın hizmetçiliğini yaparken;
*
Kendini bu güruhun içinde hissetmeyenler,
Ne
düşünürsünüz bu bilgiler ışığında?
Yorumlar
Yorum Gönder