İnsan ol’mak! İnsanlık; insan kalabilme adına değer üretebiliyor mu? İnsanlık tarihine genel ve yüzeysel bir bakış açısıyla bakıldığında bile bunun insanların arasında bir üstünlük kurma mücadelesi uğruna menfaat çatışması halinde süregeldiği malumdur. Bu çatışmalara malzeme olarak her türlü argümanın vahşice kullanılır olması da ayrıca bir insanlık suçu oluşturmaktan geri kalmıyor oluşu göz önündedir. Medeniyet ve kültür kavramı ancak ve ancak onu oluşturan ve yegane değer olan insanın yeryüzünde yaradanın halifesi olarak ve yaradana duyulan bağlılıkla yüceltilebilir ve dünya o halde yaşanabilir bir mekan olarak devam edebilir. Teknoloji insana rağmen insan için bir değer katmaktan geri kalıyor ve insanı alaşağı bir duruma getiriyorsa lüzumsuz bir araçtır. Bunu en basite indirgenmiş haliyle ve öz olarak yansıtmak gerekirse “ üşengecin çocuğu olmaz” tabirinde olduğu üzere insanı tembelleştiren maddi ve manevi olarak atıl bırakan her icat veya icadın doğru kulla...
İnsanoğlunun yegane bilgisinin aslında hiç birşey bilmediğinin farkındalığıyla, ne bilirse bilsin, mutlak surette bilmediği şeylerin cehaletinde kalacaktır ki önemli olanın okumak ve bilmekten ziyade onu hayatına ne kadar tatbik kabiliyeti geliştirip, çevresine ne kadar ışık verebildiğidir!… Eh tabi ki herkesin ışık olması apayrı bir konudur. İnsanın insan olabilmesi ve kalabilmesi için sevgiyle yaratılanın sevgi üzerine sağlam duruşuna bağlıdır! Sevmenin ne manaya geldiğini bilmeyenden ve sevmeyi beceremeyenden hiçbir şey bekleyemezsiniz!… İnsan ruh eşini arayıp bulabilmesi için önce kendini sevmesi ve ruh güzelliğine erişmesi gerekecektir!… İnsan olarak yaşamayı becerebilirsek herşeyin yerli yerinde ve zamanında gerçekleştiğini hissedebiliriz!… Bunun için çok değil birazcık kendimiz olmayı ( sahte ve taklit hayatlardan uzaklaşmak ) denemekle başlanabilir. Yürekteki her bir yarayı inançla tedavi edebiliriz sadece!… Aynadaki yansımanın kendisinin olduğunu anlamak için mutlak kırk ...
O işveli bakışıyla, o nazenin diliyle, geldi bana!… Kim bilir, nereden geldi? Kim bilir, nereye gidiyor? Kim bilir, neydi derdi? Bilemeden yaşandı, bitti ve geldiği gibi gitti! İnsan bu dünya hayatında alış-verişte, çarşıdadır. Çarşıya gidilirdi önceden, haftada bir açılan pazar yeri veya semtin pazarı. Pazar yerinden alış-verişler tamamlanır, evin iaşesi haftalık olarak alınırdı. Bu durum uzun ve uzun yıllar yapılagelmiş olsa da hâlâ devam ediyor olsada alışkanlıklar değişime uğradı. Önceden haftalık yapılanlar günlüğe, hattâ yıllık olanlarda anlık olarak karşılanmaya başlayan bir zaman tünelinin içine girdi âdeta insanlık. Çünkü hayatımıza teknolojik ürünlerin yer almasıyla pazarlar ve pazarlıklar alış-verişler evrildi. İnsanın yaşamında oluşan bu değişimler ister istemez hayatın bütün sathında duygu ve düşüncelerde, ruhsal ve bedensel değişimleri tetikledi. Pazarlarda yapılan alış-verişlerin şu anda telefonun ekranında bir tuşa basıp yusyuvarlak dünyanın öbür ...
Yorumlar
Yorum Gönder